Sally, küçük kardeşi
George hakkında anne ve babasının konuşmalarını duyduğu
zaman yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve
onu kurtarabilmek için ellerinden gelen her şeyi
yapmışlardı. Georgi'nin yalnızca çok pahalıya mal olacak
bir ameliyatla kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli
paraları yoktu. Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle
fısıldadığını duymuştu Sally:
"Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir.
Bu sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally.
Domuz biçimindeki kumbarasını gizlediği yerden çıkartarak içindeki
paraları yavaşça yere dökerek saymaya başladı. Yanılgıya
düşmemek için tam üç kez saydı kumbaradan çıkardığı
bozuk paraları. Sonra hepsini cebine koyarak aceleyle evden çıkıp,
köşedeki eczaneye gitti. Eczacının dikkatini çekebilmek
için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı çok yoğundu ve bir
adama ilaçlarını nasıl kullanacağını anlatıyordu. Bu
yoğun çalışmanın arasında sekiz yaşındaki bir çocukla
ilgilenmeye hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce
"Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi.
"Biraz acele et, gördüğün gibi beyefendiyle
ilgileniyorum"
diyerek yanındaki şık giyimli adamı gösterdi. Sally
"Kardeşim" dedi. Sessizce yutkunduktan sonra devam
etti:
"Kardeşim çok hasta, bir mucize almak istiyorum."
Eczacı Sally'e bakarak: "Anlayamadım" dedi.
"Şeyy, babam 'Onu ancak bir mucize kurtarabilir' dedi, bir
mucize kaç paradır, bayım?"
Eczacı Sally'e sevgi ve acımayla baktı bu kez:
"Üzgünüm küçük kız, biz burada mucize satmıyoruz,
sana yardımcı olamayacağım"
dedi. Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi. Eczacının gözlerinin
içine bakarak
"Karşılığını ödemek için param var benim, bana yalnızca
fiyatını söylemeniz yeterli"
dedi. Bu arada Sally ve eczacının yanında bekleyen iyi giyimli
bey Sally'e dönerek
"Ne tür bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım?"
diye sordu.
"Bilmiyorum"
dedi Sally. Sonra gözlerinden aşağı süzülen yaşlara
aldırmaksızın devam etti:
"Tek bildiğim, o çok hasta ve annem ameliyat olmazsa
kurtulamayacağını söyledi ve ailemin de ameliyat için
ödeyebilecekleri paraları yok. Ama babam 'Onu ancak bir mucize
kurtarabilir' deyince ben de paramı alıp buraya geldim."
"Ne kadar paran var?" diye sordu iyi giyimli adam.
"Bir dolar ve onbir sent" dedi Sally.
"Ve dünyadaki tüm param bu!"
"Bu iyi bir şans, küçük kardeşini kurtarmak için
gerekli olan mucize için yeterli bu para"
dedi, iyi giyimli adam. Adam bir eline parayı aldı, öteki
eliyle de Sally'nin elini tutarak
"Beni yaşadığın yere götürür müsün lütfen?"
diye sordu. "Küçük kardeşini ve aileni tanımak
istiyorum"
dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George için
gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı.
Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı.
Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ
yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı.Anne:
"Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu
maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi.
Sally kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça malolduğunu
çok iyi biliyordu. Tam tamına bir dolar ve onbir sent!
Bonita L. Anticola
ilginç bir tutanak...
Konu: ilginç bir tutanak...
Tutanaklardan: 14 yıl önce...
14 yıl önce... Tarih 2 Mayıs 1985. Tek başına ANAP iktidarı
donemi.
Meclis'te bir yasa tasarısı görüşülüyor: İmar Yasası.
Halkçı Parti Kayseri Milletvekili (1948 doğumlu, inşaat mühendisi)
Mehmet Uner ve arkadaşları tarafından verilen önergeyi
özetliyorum:
Yapı ruhsatı almak için dilekçeye ...zemin etüdü projesi
(arazinin
depreme uygun olduğuna ilişkin bilimsel rapor) eklenmesi
zorunludur.
Simdi tutanakları okuyalım:
* başkan: Komisyon üyeleri ve hükümet bu önergeye katılıyor
mu efendim?
* Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Başkanı İbrahim
Özdemir (Istanbul): Katılmıyoruz efendim.
Devlet Bakanı Kazım Oksay (Bolu): Katılmıyoruz efendim.
Bunun üzerine önerge sahibi Mehmet Uner söz alıyor. Yine
tutanaklardan
özetliyorum:
Her yerleşim yeri doğal çevrenin bir parçasıdır. Düzenli,
dengeli ve
sağlıklı yerleşimin baş koşulu, yer seçiminin uygun yapılmasına
bağlıdır. Yasa tasarısında jeolojik özelliklerin göz
önüne alınmadığı
görülmektedir. Oysa ülkemiz doğal afetler açısından böylesine
bir
ihmalin sonuçlarına katlanır gibi olmadığını yasayarak öğrenen
ve bunu
en iyi bilen ülkelerden biridir.
ülkemiz doğal afetler ve jeolojik nedenlerden kaynaklanan ve
yarattığı
sonuçlar açısından da doğal afetlerin en acımasızı olan
depremlerin
yoğun olarak yaşandığı ülkelerden biridir. Yüzde 92'si
deprem bölgesi
içinde olan ülkemizde nüfusun Yüzde 95'i deprem tehlikesi altında
yaşamaktadır.
Sanayiimizin yoğun olduğu kentlerimizin Yüzde 75'i, barajlarımızın
Yüzde
4l'i, birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgelerinde
yer
almaktadır. Bu verilere ülkemizde bir yılda 1.1 yıkıcı
deprem olduğunu
da eklersek, bu konuda ciddi kuralların konulmasının ne kadar
zorunlu
olduğu kendiliğinden anlaşılır.
ülkemizde sadece son 45 yılda depremlerden 60 bin kişi
hayatini
kaybetmiş, 400 bin konut yıkılmıştır. Yalnızca depremlerin
yol açtığı
ekonomik değer kaybının en az 15 Atatürk Barajı’nı
yapabilecek boyutta
olduğu anlaşılır.
Depremin ülkemizde yol açtığı zararlar Japonya'ya oranla 30
kat daha
fazladır. Bu bize cevre planlamasında jeolojik bilgilerden
yararlandığımız takdirde zararımızın 30 kat
azaltılabileceğini gösteren
somut bir örnektir...
Bu durumu yaratan en önemli neden, jeolojik
incelemeler sonucu sakıncalı görülen yerlerin
yerleşime açılmasıyla, jeolojik inceleme
yapılmaksızın iskana (yerleşime) izin verilmesi
olgularıdır.
ülkemizde yaşanan uygulamalarda, jeolojik hizmetler ve
özellikler, her
zaman deprem meydana geldikten sonra gündeme gelmektedir.
Jeolojik özelliklerin sonradan değil ilk aşamada, imar
planlarının
yapımı aşamasında göz önüne alınması ve bunun yasalarla
belirlenmesi
gereklidir. Bu yapılmadığı takdirde, ülkemizin doğal
özellikleri sonucu
can ve mal kaybının her zaman artacağı açıktır. ülkemizin
milli
servetinin bu tur ihmaller sebebiyle kaybına tahammülü yoktur.
Bu sebeplerle, yeni yerleşim alanlarının seçiminde, var olan
yerleşim
birimlerinin ve gelişme alanlarının belirlenmesinde, doğal
yıkım ve
afetlerin yol açtığı zararların en alt düzeyde
tutulabilmesi için önemli
gereklerden biri, jeolojik hizmetlerden yararlanmak ve yasal
dayanakların imar yasasında bulunmasıdır...
BASKAN: Sayın Uner toparlayınız lütfen.
Mehmet Uner (devamla): İl ve ilce imar isleri kurullarında
jeoloji
mühendisliği disiplininin temsil edilmesi yanında,
belediyelerde jeoloji
mühendislerinin istihdamına geçilmesi sağlanmalıdır... Bu
hizmetlerin
imar Yasası kapsamına alınması önemlidir.
BASKAN: Sayın Uner lütfen tamamlayınız. Zamanınız üç
dakika geçiyor.
Müsamahamızı kötüye kullanmayın.
Mehmet Uner (devamla): Beni dinlediğiniz için teşekkür
ederim.
BASKAN: teşekkür ederim. önergeyi oylarınıza sunuyorum.
Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... önerge kabul edilmemiştir.
????????????!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!...........................
İLGİNÇ BİLGİLER* Türkiye de doğal olarak bulunan 9
bin bitki türünden , 3 bini sadece Türkiye özgü.
* Türkiye'de doğal olarak 120 memeli hayvan,440 kuş, 13 sürüngen,
350 balık türü yaşıyor ve 15 memeli, 46 kuş, 18 sürüngen
türü yok olma tehlikesi ile karşı kaşıya.
* Dünyanın büyük kuş göç yollarından ikisi Anadolu'dan geçiyor.
* Türkiye'de uluslar arası öneme sahip 56 sulak alan
bulunuyor. Sulak alanlar biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın
en verimli bölgeleri olarak tanımlanıyor.
* Türkiye'deki toprakların içte ikisi su veya rüzgar
erozyonunun etkisi altında. Bu nedenle her yıl 1 santimetre
kalınlığında ve Kıbrıs Adası büyüklüğünde toprak yok
oluyor.
* Türkiye'de yaklaşık 1 milyon ton kağıtla gereksiz
yazışmalar yapılıyor.
* 1 ton kullanılmış beyaz kağıt geri kazanıldığında 16
çam ağacı, 1 ton gazete kağıdı geri kazanıldığında ise
8 çam ağacının kesilmesi önlenmiş oluyor.
* Orman Bakanlığı yetkilileri gereksiz yazışmaların
yapılmaması halinde 2,5 milyon yetişmiş ağacın kesilmekten
kurtulacağını bildirdiler.
* Bir büro elemanı ise yılda 81 kilo yüksek vasıflı
kağıdı çöpe atıyor.
* İnsanların birbirlerine gönderdikleri mektupların yüzde
44'ü okunmuyor. Bir insan ömrünün 8 ayı ise gereksiz
yazışma zarflarını açarak geçiyor. Yalnızca 100 bin aile
gereksiz yazışmaları durdurursa her yıl 150 bin ağaç
kesilmeyecek.
* Bir otomobilin hortumla yıkanması yaklaşık yarım ton suya
mal oluyor.
* Geri kazanılan 1 ton cam ile yaklaşık 100 litre petrol
tasarruf edilir.
* Doğaya atılan atıkların yüzde 60'ı boya ve boya
ürünleri.
* 3,7 litre benzin yaklaşık 3 milyon litre içme suyunu
kirletiyor.
* Bir kayın ağacı 72 kişinin bir günlük oksijen ihtiyacını
karşılıyor.
* Bir cam şişe doğada 4 bin,plastik 1000 ,çiklet 5, bira
kutusu 10-100 ve sigara filtresi ise 2 yıl süreyle yok olmuyor.
Bakış Açısı
Arjantin'li ünlü Golf’cü Robert de Vincenzo, yine bir
turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş
ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken
yanına bir kadın yaklaştı. Kadın başarısını kutladıktan
sonra, ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu
anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi
olanaksızdı. Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok
etkilemişti, hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan
kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine.
Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona,
-Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, Profesyonel Golf
Derneği’nin bir görevlisi yanına geldi.
-Otoparktaki görevli çocuklar bana geçen hafta turnuvayı
kazandıktan sonra yanına bir kadının geldiğini ve onunla
konuştuğunu söylediler bana.
De Vincenzo evet anlamında başını salladı.
Görevli; -Sana bir haberim var. O kadın bir sahtekardır.
Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Seni fena halde kandırmış
arkadaşım.
De Vincenzo; -Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?
-Hayır, yok.
-İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber. " dedi, De
Vincenzo.
AYNI PENCEREDEN DIŞARI BAKAN İKİ
ADAMDAN BİRİ, SOKAKTAKİ ÇAMURU, DİĞERİ İSE GÖKTEKİ
YILDIZLARI GÖRÜR.
Frederick Langbridge.
Çok geç diye bir zaman yoktur!..
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı,
sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç
biri bakalım bulabilecek misiniz" dedi..
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el
omzuma dokundu..
Döndüm.. Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi,
bana gülümseyerek bakıyordu..
"Ben Rose" dedi.. "Benim adım Rose,
yakışıklı.. 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni
kucaklayabilir miyim?." Güldüm.. "Tabii" dedim..
"Hadi sarıl bana.."
Öyle sımsıkı sarıldı ki..
"Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye
geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile
yanıtladı:
"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç
çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.."
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik.
Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan
hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık..Öyle akıllı
ve öyle
deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi
hissediyordum.
Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı
çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi
seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu.
Rose hayatını yaşıyordu.. Hepimizden daha canlı, daha dolu
yaşıyordu..
Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik, Rose'u.. Konuşma
yapması için.. Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok..
Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta
kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye
yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın
olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru
eğildi.. "Ne kadar beceriksizim, değil mi?.. Özür
dilerim.. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir
duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz.. Şimdi bu
kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün
değil.. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim,
olur mu?.."
Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve
konuşmasına başladı:
"Yaşlandığımız için, eğlenmekten, oynamaktan,
yaşamaktan vazgeçmeyiz.. Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan
vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın mutlu
olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır..
Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak.. Bir rüyanız
olmalı mutlak.. Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.
Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan
kendilerinin bile haberi yok..
Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır..
Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir
şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş
yaşlanır, 20 olursunuz.. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir
yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden sırtüstü
yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş
yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç
yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler
yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve
kullanmak gerekir.
Asla pişman olmayın.. Biz yaşlılar, genelde
yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz
çünkü.. Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır..
Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey
yapmayanlardır.."
Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi
içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile
bitirdi..
Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde
öldü. Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi
katıldı.
"Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını"
hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına
layık bir törendi bu..
Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde
zorunlu ders olmalıydı:
"Çok geç diye bir zaman yoktur!.."
Korkunç Bir Olayİnanmak güç ama düşüncesi bile korkunç bir
olay. Bir Genç Cumartesi gecesi bir partiye gidiyor. Çok eğleniyor,
bir kaç bira içiyor. Partiden tanıştığı bir kız ondan
çok etkilenmiş görünüyor ve onu başka bir partiye davet
ediyor. Hemen kabul ediyor ve diğer partinin gerçekleştiği
yerde bir kaç bira daha içiyor ve daha sonra anlaşıldığı
üzere birileri buna uyuşturucu veriyor. (Hangi uyuşturucu
olduğu bilinmiyor.) Daha sonra bu Genç uyandığında içi
buzla doldurulmuş bir küvette çırılçıplak olduğunu
anlıyor. Hala içkinin ve uyuşturucunun etkisinde olduğunu
hissediyor ve etrafına baktığında yalnız olduğunu anlıyor.
Göğsüne bakıyor ve göğsünde rujla yazılmış bir kağıt
olduğunu fark ediyor. Kağıtta söyle yazıyor: "112'yi
ara yoksa öleceksin!". Küvetin yakınında bir telefon görüyor
ve hemen 112’yi arıyor ama nerde olduğunu, ne içtiğini,
kimlerle olduğunu bilmediğini söylüyor.Operatör hemen ona
küvetten çıkmasını ve bir aynanın karsısına geçmesini
söylüyor. Genç, göğsünde hiç bir anormallik görmüyor ama
Operatör sırtına bakmasını söyleyince, sırtında 2 tane büyük
yarık olduğunu fark ediyor. Bunun üzerine Operatör, onun
tekrar buz dolu küvete dönmesini ve orada ambulansı
beklemesini söylüyor. Daha sonra hastanede yapılan incelemeden
sonra, onun 2 böbreğinin çalınmış olduğu anlaşılıyor.
Her böbrek karaborsada 10.000 Dolar ediyor.(Gencin bundan haberi
yok tabii.) Daha sonra anlaşıldığına göre : 2. parti
tamamen sahte, bu ise karısan insanların çok iyi tıbbi
bilgileri var ve verilen uyuşturucu eğlence amacını içermiyor.
Su anda bu Genç, hastanede onu yaşamda tutan bir alete
bağlanmış durumda ve hala dokularına uygun bir böbrek
bekliyor. Bu mafya çok iyi örgütlenmiş ve finanse edilmiş
durumda, profesyonellerle çalışıyor. büyük şehirlerde
aktif durumda ve görünüşe göre en çok New Orleans, NewYork
ve bir söylentiye göre Istanbul'da da faaliyet gösteriyor. 112
bu sucu artık tanıdığından dolayı, kişileri hemen aynaya yönlendirerek,
olayın boyutunu anlamaya çalışıyor. Lütfen bu hikayeyi tanıdığınız
herkese anlatınız, bu herkesin basına gelebilir.
Bir aşk hikayesi..
Buz gibi bir günde hızlı hızlı yürürken,
birden ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım.
Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım..
Üç dolar çıktı.. Bir de buruşmuş, sararmış, eskimiş
mektup.. Belli ki yıllardır, o cüzdanın içinde duruyordu.
Zarf öylesine harap olmuştu ki.. Sadece tepedeki
"İade" adresi okunabiliyordu.
Mektuba bir göz attım. Bir ipucu bulma
ümidi ile..
Birden tarihi gördüm..
1924.. Mektup nerdeyse 60 yıl önce yazılmış.
El yazısı belli, bir kadına ait.. Sol köşeye bir çiçek
resmi çizilmiş.
"Sevgili Michael" diye
başlıyor mektup.. ve "Annesi yasakladığı için onu bir
daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor..
"Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye
bitiyor..
İmza.. Hannah!..
İçimden bir ses "Bul" dedi bana.. "Mektubun
sahibini bul.."
Milyonla Michael var. Hangi birini bulacaksın ki.. Ama tepedeki
"İade" adresi ipucu olabilir.
Telefon İstihbaratı aradım.
Anlattım.. "Bu adrese bağlı bir telefon varsa,bana
verebilir misiniz" diye.. Sustu.. Gidip müdürüne sordu..
"Var ama, size vermem yasak.. Ama sizin adınıza bu
numarayı arar, sorarım. İsterlerse size bağlarım.. Lütfen
bekleyin.."
Bekledim.. İki üç dakika sonra kızın sesi geldi..
"Bağlıyorum efendim.."
Karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyor
musunuz" diye sordum.
"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir
aileden aldık" dedi.
"Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
"Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip
ederseniz, belki adres bulursunuz.."
Ve huzurevinin adını verdiler..
Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş.. Ama
kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki oradan
bilirlermiş..
"Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi
kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış
bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete
ne gerek var ki..
Aradım numarayı.. Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi
bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı
çevirdim..
Bingo..
Ses "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi..
Gecenin saat onu, ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek
için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş
saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin
içi ışıl ışıl ama..
Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip..
Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam"
dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle
seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu
meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm
diye annem kesinlikle izin vermedi.."
Derin bir nefes daha..
"Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz
ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.."
Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha..
"Ve onu hep sevdim.."
İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden..
"..Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım
ki.."
Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken
danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı
olabildi mi size" dedi..
"Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim"
dedim.. Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip
duran hademe bağırdı..
"Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu
kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını
hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda.."
Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar
asansöre..
Michael yatmamıştı.. Okuma odasında kitap okuyordu..
Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi..
Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle
"Evet bu benim cüzdanım" dedi..
"Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş
olmalıyım..
Size teşekkür borçluyum.."
"Hiçbir şey borçlu değilsiniz" dedim.. "Ama
özür dilerim.. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu
okudum.."
"Mektubu mu okudun?.."
"Sadece okumakla kalmadım.. Hannah'yı da buldum.."
"Buldun mu?.. Nerde?.. İyi mi?.. Hala eskisi gibi güzel
mi.. Söyle, lütfen söyle.."
"Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça..
"Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen
arayacağım.."
Elime sımsıkı sarıldı..
"O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla
evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal
olarak bitmişti."
"Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."
Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı.
Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu.. Hemşire
ona yaklaştı, omzuna dokundu..
"Hannah" dedi.. "Bu bayı tanıyor musun?.."
Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
"Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
"Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."
"Michael" diye yutkundu Hannah.. "İnanmıyorum..
Bu sensin.. Benim Michael'ım.."
Michael Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça.. Sarıldılar.
Hemşire hıçkırıklar içinde koridora attı kendini..
"İşte tanrının sevgisi de bu" dedim..
"Olacaksa.. Olur.."
***
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir
nikah vardı.. Gelebilir miydim?..
Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah
şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde
çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok
yakışıklı..
Huzurevi onlara, bir minik daire tahsis etti..
Eğer 76 yaşında bir gelinle 79 yaşındaki bir damadı, 16
yaşında bir kız, 19 yaşında bir delikanlı havasında görmek
isterseniz, orayı ziyaret etmeniz gerek..
Nerdeyse 60 yıl süren bir aşk hikayesi için, ne güzel bir
son değil mi?...
Bu güzel aşk öyküsü için İrfan
Bıyık'a benimle birlikte teşekkür eder misiniz.. O yolladı..
Ben sadece çevirdim..
Hıncal Uluç
Bir aşk hikayesi
daha..
Süper markete alışveriş için
girmemiştim aslında..27 yıllık kocamı kaybedeli bir hafta
olmuştu ve bu dükkanda onunla ne tatlı anılarımız vardı..
Ben alışveriş yaparken ortadan kaybolurdu. Nereye gittiğini
bilirdim..
Elinde üç tane sarı gülle dönerdi hep..
Rudy sarı gülleri çok sevdiğimi bilirdi.
İçim hem sevgi hem hüzünle doluydu.. Birkaç şey alıp
sepete attım.. Tek kişi için alışveriş, iki kişiye
alırkenden daha çok düşündürüyor insanı, nedense..
Et reyonun önünde bifteklere bakıp, Rudy'nin bunlara nasıl
bayıldığını hatırlarken bir genç kadın geldi yanıma..
İnce uzun, güzel bir sarışındı..
Bir kocaman pirzola paketi aldı, sepetine attı.. Sonra durdu, düşündü,
pirzolaları sepetten çıkarıp, tekrar rafa koydu.. Ona tebessüm
ederek baktığımı fark etti ayni anda..
"Kocam pirzolayı çok sever, ama bu fiyatla da alamam ki..
Bilemiyorum.."
Dokunsalar ağlayacağım.. Mavi gözlerinin taa içine baktım.
"Kocam sekiz gün önce öldü" dedim, sesimin
titremesini kontrole çalışarak.. "Alın bu pirzolaları
ve birlikte olduğunuz her anın hazzını yaşayın.."
Başıyla evetledi.. Pirzolaları tekrar sepetine koydu ve yürüdü..
Ben de süt, peynir reyonuna doğru gittim. Şimdi artık hangi büyüklükte
süt almalıyım, diye düşünürken, bana doğru gelen yeşil
elbiseye dikkat ettim. Oydu.. Sarışın kadın.. Yüzünde o
güne dek rastlamadığım kadar güzel ve anlamlı bir tebessüm
vardı.. Göz göze geldik..
"Bunları size aldım" dedi.. "Kasaya
vardığınızda, parasının ödendiğini göreceklerdir.."
Uzandı, yanaklarımdan öptü ve..
Ve sepetime, uzun saplı üç sarı gül bıraktı..
Ona ne yaptığını, bu güllerin benim için ne mana ifade ettiğini
söylemek istedim, ama mümkün mü?.. Hıçkırıklara boğulur
ve gözyaşları görmemi hızla engellerken, uzaklaştığını
hayal meyal seçtim..
Sepetimdeki sarı güllere baktım.. Hem de üç taneydiler..
Nerden biliyordu?.. Birden anladım.. Bilmiyordu ki.. Dükkanda
yalnız değildim..
Gözlerimde yaşlarla yukarı doğru baktım..
"Rudy.." dedim.. "Rudy, beni unutmadın, beni hala
bırakmadın değil mi?.."
Rudy, gene benimle gelmişti alışverişe.. Bu sarışın kadın
onun perisiydi..
***
"Ağlamak güzeldir.. Süzülürken yaşlar gözünden, Sakın
utanma.."
Aynen öyle.. Geliyorsa içinizden aldırmayın.. Ben de
öyküyü çevirirken ağladım zaten..
En iyi ağlamayı en çok sevenler bilir!..
Tüm Sevgililere, bir gönül gülü de benden..
En güzel armağan "Seni seviyorum" demektir. Koşun..
Koşun.. Sevdiğiniz herkese ve her şeye, bağıra bağıra
"Seni seviyorum" deyin.. Çekinmeyin, korkmayın.. Düşünmeyin..
"Seni" deyin.. "Seni seviyorum!.."
Hıncal Uluç
Bir hastahane odası;
İki yatak ve hayatla ölüm arasındaki çizgide yaşamdan yana
kalmaya çalışan iki kalp hastası.
Yataklardan biri pencere önünde, diğeri duvar dibinde.
Pencere kenarındaki sabahtan akşama, pencereden dışarı
bakıp seyrettiklerini duvar dibinde bir şey görmeyen, aynı
kaderi paylaşan hasta arkadaşına anlatıyor:
Bugün deniz, dünden daha durgun. Rüzgar hafif esiyor olmalı.
Beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyor, kuğu gibi süzülüyorlar.
Park mı? Ha, park henüz tenha. Salıncakların ikisi dolu,
ikisi boş. Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Hep
eleleler. Bir sıraya oturdular. Gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlar.
Erkek bilgiç tavırla bir şeyler anlatıyor. Şimdi erkek,
kızın saçlarını okşuyor.
Ne kadar da birbirlerine yakışıyorlar. Ah kardeşim görmelisin.
Erguvanlar bugün çıldırmış. Öyle bir çiçek açmışlar
ki etraf mora boyanmış. Erikler desen keza, tepeden tırnağa
beyazlar giyinmiş, gelinler gibi.
İşte parkın neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengarenk
uçurtmalar, balonlar. Umutlarını göğe uçuruyorlar. Bugün
martıların keyfine diyecek yok. Masmavi denizin üzerinde
gösteri uçuşu yapıyorlar. Arada bir suya söyle bir dokunup
günlük yiyeceklerini topluyorlar.
Bu böyle her gün sürüp giderken, her gördüğünü anlatıp
dururken ansızın yeni bir kalp krizi geçirir pencere yanındaki.
Duvar dibindeki düğmeye bassa doktoru çağırabilir ve belki
de arkadaşı kurtulabilir.
Ama, ama yapamıyor işte. Şeytan karışıyor işe. Arkadaşı
ölürse pencere kenarı boşalacak ve kendisi oraya geçecek.
Bugüne dek kulaklarıyla duyduklarını gözleriyle de görecek.
Ve duvar dibindeki düğmeye basmaz ve arkadaşı ölür. Ertesi
gün duvar dibindeki yatağından pencere kenarındaki yatağa
taşırlar kendisini. Beklediği an gelmiştir artık. Yattığı
yerden pencereden dışarıya bakar.
Dışarıda kapkara bir duvar...
İşte hepsi o kadar...
Ayşe Arman'dan
Uydurmuyorum, Durum vahim.
Manhattan'da, her erkeğe beş kadın düşüyor. Paris'te ise
her dört kadından biri yalnız yaşıyor. Yani arkadaşlar,
yeryüzünün mevcut durumunda, erkek az, kadın fazla. Az
erkekler, bu fazla kadınlara yetmedikleri için, her gecen gün
kadınların hayatı daha bir zorlaşıyor. Bu isabetli
saptamayı Türkiye'nin İstanbul şehrinde yaşayan bir çok kadının
ağzından da duyabilmek mümkün.
- Ortalıkta doğru düzgün erkek yok!
Var aslında. Ama iyileri kapılmış durumda. Hepsi evli.
Birileri hep sizden önce davranmış. Gözümüz yok, ama biz de
insanız. Geriye kalanlar söz konusu olduğunda ...
Düşünsenize bir adam için dört kadın rekabet etmek zorunda.
Ayrıca unutmayın ki, bir kısmının da "steady" yani
süre gelen, devam eden bir ilişkisi var. Araya girmek olmaz.
Arkadaşımın aşkısın durumları. Bir de tabii bağlanmak
istemiyorlar. Zaten her birinin sevgilileri hariç, üç
alternatifleri daha var. Bir adet karısı ve sevgilisi
olmayanların bir kısmı da sizinle değil, kendi cinsleriyle
ilgileniyorlar.
Yazık. Eeeee?
En geriye kalanlar da zaten hiç kimsenin istemedikleri ...
Bu durumda onlarla imkansız olduğunu bildiğiniz bir macera
başlıyor. Bu da, durup dururken sizi hayat muhasebesi yapmaya
zorluyor;
A) Evli erkeklerden uzak dur. Eve gider unutur. Hem anneler evli
erkeklerle ilişkiye giren çocuklarına kızar. Günah! yuva yıkanın,
gün gelir kendi yuvası başına yıkılır.
B) Babasız çocuk doğurma. Sakın ha! Yaşadığın ilişkide,
uzun vadeli planların için güvenebileceğin bir adam yoksa,
uzun vadeli planları unut. Çocuk-mocuk evlilik hayallerini
acilen en üst rafa kaldır.
C) Çok şekerdirler (yani olabilirler) ama serserilerden de uzak
dur. Yani kendini tamamıyla hayatın akışına bırakmış
olanlardan. Onlar "ne istemediğimi biliyorum" derler
ama ne istedikleri de şüphelidir. Kendileri bile bilmezler. Hep
kendileriyle didişirler, sürekli içerler, geç yatarlar, geç
kalkarlar. Spor yapmazlar. Senin hayat enerjini alıp kaçarlar.
Ne işin var onlarla?
D) Bir gecelik ilişkiler, platonik uzaktan sevmeler de sana göre
işler değil. Hedef yakın temas, uzun ilişki, güven, uzun
vadeli planlar ...
Bunlar sosyal çevren tarafından sana konulan
sınırlandırmalar. Ve bunlar, inanın, doğanın erkek-kadın
sayısına koyduğu sınırlandırmalar kadar belirleyici. Ben
size söylüyorum, zaten erkek yok diye, bir de sosyal çevreniz
sizi kısıtlıyor, ihtimal dahilinde olanlar de hep daha
önceden tanıdığınız birilerinin eski sevgilisi olmuş
oluyor. Sizi bilmem ama ben ... istemem! Onun eski karısı
şimdi şununla beraber, şunun kocası şimdi bununla sevgili.
Çok feci, çok feci. Herkes çaktırmadan birbirine değiyor,
herkes kabile gibi sürüler halinde, dilim varmıyor yazmaya
ama, ensest ilişkiler yaşıyor ...
Almayayım ... ama alana da mani olmayalım.
Bununla da bitmiyor. İnsanların kendi tercihleri de devreye
giriyor. Nedir onlar?
Geniş omuzlar, orta tüylü göğüs dekoltesi, gülünce
kaybolan gözler, sarıdan açık şeffafa yakın beyaz ten
(damarlar görünecek), etkin kişilik, ne iri ne küçük, orta
boy, kulak, burun ve diğer uzuvlar, bel ince ve kıvrak olacak,
çalıştırılmış bir adet düz karın, normalden küçük bir
popo ...
Ayrıca ...Sadece "pin-up erkek" olması yetmeyecek.
Zeka, bilgi ve hava da aranacak. Gördüğünüz gibi kalender meşrebim
... "güzel, çirkin aramam"!
Ama mümkünse, benim bilmediğim şeyleri bilecek. Görmediğim
yerleri görecek, hafiften ayaklı kütüphane olacak ama hiç
öyle durmayacak, hafiften de feleğin çemberinden geçmiş
olacak, mutlaka bir kere hayatında işten atılmış olacak,
hayatta her şeyi sıfırladığı bir dönem yaşamış olacak,
kesinlikle sekste başarısız olduğu zaman(lar) bulunacak, bunu
kompleks yapmayacak, çekinmeden anlatacak, güçlü olacak ama
gücünü göstermekten nefret edecek, asla cimri olmayacak,
paraya önem vermeyecek ama mümkünse parası da olacak, küçük
hediyeler alacak (düşünceli, zarif yani) ama büyük
hediyeleri de ihmal etmeyecek, almadan vermek Allah’a mahsus
ama bir de vermesini bilecek, ne zaman teslim alacağını, ne
zaman teslim olacağını kestirecek ...
Eee tabi. Bunlar olmayınca neler oluyor? Doğru düzgün erkek
bulamıyorsun. Oysa gördüğünüz gibi, istediğimiz neredeyse
bir HİÇ. Kadere bakın ki, bu kadarını bile bulamıyoruz.
O zaman:
a) yemek masanız bile olamıyor, sehpalarda bir şeyler
atıştırıyorsunuz.
b) bir kediyle-köpekle yaşıyorsunuz.
c) bir şey okumadan yemek yemiyor, tuvalete giremiyorsunuz.
d) telefona yapışıyor, birilerini aramadan duramıyorsunuz.
e) eski sevgiliyle aranızı hep iyi tutuyorsunuz.
f) vizyondaki bütün filmleri seyretmiş oluyorsunuz.
g) işiniz hayattaki en önemli şey haline geliyor.
Ve adınız "solo keman" gibi, "solo kadın"a
çıkıyor ...
Oysa ... siz de çok güzel sesler çıkarıyorsunuz, ama kimse
duymuyor!
Ayşe Arman
YAŞAM İÇİN ÖĞÜTLER
1. Büyük aşklar ve büyük kazanımların büyük Risk taşıdığını
hesaba katın.
2. Kaybettiğinizde, aldığınız dersi de kaybetmeyin.
3. Üç S’ yi hep uygulayın:
Saygı, kendiniz için, Saygı başkaları için ve Sorumluluk,
tüm davranışlarınız için.
4. İstediğinizi alamamanızın bazen ne kadar büyük bir şans
olduğunu hatırlayın.
5. Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal
etmeyi bilesiniz.
6. Küçük bir aksaklığın, büyük bir arkadaşlığı
yaralamasına izin vermeyin.
7. Hata yaptığınızı anladığınız zaman, düzeltmek için
derhal gerekli adımları atın.
8. Biraz yalnız zaman harcayın.
9. Kollarınızı değişime açın, ama değerlerinizin kaybolup
gitmesine izin vermeyin.
10. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.
11. İyi ve şerefli bir hayat yaşayın. Yaslandığınızda ve
dönüp geçmişinize baktığınızda, ikinci kez keyif alin.
12. Sevgi dolu bir ev, hayatinizin temelidir. Sakin, düzenli bir
ev yaratmak için elinizden gelen herşeyi yapın.
13. Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde, sadece
mevcut durumla ilgilenin. Geçmişi getirmeyin.
14. Bilginizi paylasın. Bu ölümsüzlüğe giden yoldur.
15. Dünyaya karsı nazik olun.
16. Yılda bir kez, daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.
17. En iyi ilişkinin, birebirinize karşı duyduğunuz aşkın,
birebirinize olan ihtiyaçtan daha fazlaştığı zaman olduğunu
hatırlayın.
18. Başarınızı, ona ulaşmak için nelerden vazgeçtiğinizle
yargılayın.
19. Aşka ve yemek pişirmeye, sonuçlarını hiç düşünmeden
girişin.
Tavsiyeler
İnsanlara beklediklerinden fazlasını verin ve bunu gönülden
yapın.
Her duyduğunuza inanmayın.
Bütün paranızı harcamayın.
Her arzuladığınızla beraber olmaya kalkmayın.
“Seni seviyorum” dediğinizde yürekten gelsin.
“Özür dilerim” dediğinizde karşınızdakinin gözünün
içine bakın.
Evlenmeden evvel altı ay mutlaka bir deneme süreci yaşayın.
İlk bakışta aşka inanın.
Kimsenin hülyalarına gülmeyin.
Sevince tam ve derinden sevin.Sonuçta kalbiniz kırılabilir ama
hayatı gerçek anlamda yaşamanın başka yolu yoktur.
Tartışma her zaman olur, yeter ki işi küfürlü kavgaya
çevirmeyin.
İnsanları değerlendirirken akrabalarını bir kenara koymayı
bilin.
Hızlı düşünüp yavaş konuşun.
İnsanlar cevabını vermek istemediğiniz bir soru
sorduklarında gülümseyin ve “Neden bilmek istiyorsun” diye
siz sorun.
Büyük aşklar ve büyük başarılar için büyük riskleri
göze almak gerekebilir.
Annenizi ihmal etmeyin.
Biri hapşırdığında “Çok yaşa” demeyi unutmayın.
Kayıpları kazanılmış derslere dönüştürün.
Üç “S” kuralından şaşmayın. Sev,Sevil,Sorumlu ol.
Küçük kırgınlıkların büyük dostlukları bitirmesine izin
vermeyin
Hatayı hissettiğiniz anda durmasını bilin ve hemen düzeltmek
için çaba gösterin.
Telefona cevap verirken gülümseyin,karşı taraf sesinizdeki
mutluluğu duyacaktır.
Konuşmaktan keyif aldığınız birisiyle evlenin.
Ara sıra yalnız kalın ve kendinize vakit ayırın.
Değişime hep açık olun,ancak değerlerinizi yitirmeyin.
Bazen en iyi cevap,cevap vermemektir,unutmayın.
Daha çok kitap okuyup,daha az televizyon izleyin.
İyi ve dürüst bir hayat yaşayın.Yaşlanıp geriye
baktığınızda keyfiniz kaçmasın.
Allah!ın ipine sarılın,ama arabayı da kilitlemeden
bırakmayın.
Sakin bir ev artamı yaratmak için her şeyi yapın.
Sevdiklerinizle münakaşa edecek olursanız,sadece o günün
konusunu tartışın,eski dosyaları açmayın.
Satırarası mesajları algılamayı öğrenin.
Bilgeliğinizi paylaşın.Bu “efsane” olmaya giden yoldur.
Tabiat Ana’ya karşı nazik olun.
Dua edin! Muhteşem bir güç olduğunu göreceksiniz.
Karşınızdakinin sözünü kesmeyin.Hele sizi övüyorsa asla..
Başkasının işine burnunuzu sokmayın.
Öpüşürken gözü açık kalan sevgiliden şüphe edin.
Yılda en az bir kez daha evvel hiç gitmediğiniz bir yeri görün.
Çok paranız varsa yoksullara yardım edin.Zenginliğin en güzel
tarafı budur.
Bazen istediğinizin olmama ihtimali vardır,unutmayın!
Önce bütün kuralları bilin.Sonra belki bir,iki tanesini çiğneyebilirsiniz.
En güzel ilişkilerde karşılıklı aşk,karşılıklı ihtiyaçtan
üstündür.
Başarınızı ona ulaşmak için neler kaybettiğinizle
ölçün.
Karakteriniz bir anlamda alınyazınızdır,ona göre…